21 Kasım 2010 Pazar

Bir Garip Central Park Yazısı

Amerikalılar New York'u çok güzel pazarlarlar. Bu konuda tam anlamıyla uzmanlar. İlla ki aklımızın bir yerine sokarlar. Allah var şehir de güzel görünüyor. Kimimiz How I Met Your Mother'dan biliriz, kimimiz Gossip Girl'den, kimimiz Manhattan doğumlu, kimimiz de her gece rüyasında olsun bir uğruyor...

          

Dünya Ticaret Merkezi vardı, sembol gibi, İkiz Kulelerin şuanki durumu malum. Özgürlük Heykeli var, kendileri özgür de seni, beni, onu taa okyanusun öbür yakasından ne kadar özgür bırakıyorlar, orası muamma..Neyse şimdilik heykel de özgürlük konsepti de duruyor, gerçi Wikileaks'ten sonra daha ne kadar böyle kalır orası bilinmez.

 Bir de Central Park var bence New York denince akla gelen. Tam bir başyapıt. Metrekaresinin binlerce dolar ettiği New York'un baş köşesinde, 2800 dönümlük park... "Böyle anlatıyorsun iyi hoş da, kendin gittin mi?" derseniz yok daha gitmedim ama illa ki gideceğim, yapılacaklar listesinde duruyor. Gerçi hayatımız yapılacaklar listesine madde ekleyip, yapamadıkça sinir olmakla geçiyor ama umut etmeden de yaşanmıyor dostlar ne yapalım. 


Tamam gitmedim ama iyi gözlem yaparım, izlediğim filmler, diziler, gördüğüm fotoğraflar  birikti gözümde, parkı babam yapsa bu kadar sevmezdim herhalde. Buradan adamların "pazarlama" konusundaki başarısını da anlıyoruz aslında. Sonuçta "pazarlandığını" bildiğim halde, pazarlatıyorum kendime, demek ki çok da hoşnutsuz değilim durumdan.

Nesi hoşuma gidiyor biliyor musunuz? Özgürlük hissi...Koca gökdelenlerin, iş merkezlerinin arasında, 2800 dönüm park. Giy şortunu koş. Balık tut. Hayvanat bahçesine git. Güneşlen. Amaçsızca yürü. Aç iki tane Bud yuvarla, sevgilinle çimlerde yuvarlan. Sanırım New York Belediyesi zabıtaları  el ele tutuşanları hala "ahlaksız" ilan edip  parktan atmıyormuş. Neyse bizim medeniyetimize ulaştıklarında onu da yaparlar. 

En çok nesi gücüme gidiyor biliyor musunuz? Adamlar New York daha el kadarken, taaa 1850'lerde diyorlar ki "Kardeşim bi Londra'ya, Paris'e bakın, ne güzel parkları var, bi de New York'a, burada insanca yaşanacak bi park yapmamız lazım." Sene 2010, güzel ülkemde parkta oturursun, mendilci çocuk gelir, mendil almazsan "abilerini" çağırır, ya döveceksin ya da kaçacaksın. Yanında sevgilin varsa çiçekci teyze dadanır, tövbe billah gitmez, onun da 7 göbek akrabası ağacın arkasında, ters bir durumda seni lahmacun yapmaya hazırlar. Güvenlik sıfır. Sanırsın parkta bir sen varsın, bir sevgilin, bir de sana inatla birşeyler satmaya çalışan çete...Toplumsal dayanışma sıfır, adamlar seni öldürse piknik yapanlar köfteye yumulup salataya abanmaya devam. Hiçbiri gelmese zabıta gelir, yeterince taciz eden yokmuş gibi o da taciz eder gider...Biz hala 160 yıl önce New York'lulara sunulan özgürlüğe sahip değiliz, hala şehrin göbeğinde sıkılınca gidip rahatça takılacağımız bir parkımız da, bu parkta adabına uygun oturacak kültürümüz de yok...

 Neyse konumuz dağıldıkça dağılıyor konuyu yazma nedenime geri gelecek olursak, Central Park'ın yapımı ilgimi çekti, sizle de paylaşayım dedim. Sanmayın ki Central Park Allah'ın New York'lulara bir lütfu. Proje yarışmaya çıkıp da bir proje kazanınca almışlar kazmayı küreği, aylarca, yıllarca kazmışlar, yontmuşlar. Seçilen bölgedeki bataklıkları kurutmuşlar, o ünlü kayaları kırabildikleri kadar kırmışlar, kıramadıklarını kibarca peyzaja dahil etmişler. Binlerce ağaç dikmişler, yapay göller oluşturmuşlar, New York'lulara "insan" gibi yaşanacak bir yer verebilmek için, tabiri caizse "hayvan" gibi çalışmışlar. Bakmışlar ki koca park şehrin batısıyla doğusunu resmen ikiye bölüyor, "etrafından dolaşsınlar kardeşiiimmm" dememişler. Parkın genel görüntüsünü bozmayacak, ama insanları batıdan doğuya, doğudan batıya taşıyacak yolları kazarak yer seviyesinden aşağıya inşa etmişler ki parkın "havası" bozulmasın. Koca koca otobüsler, otomobiller geçiyor da kimse ne görüyor, ne de doğru dürüst duyuyor. Her sene yağmurlarla toprak akar gider erozyon olur diye yer altında yağmur sularını çökelttikleri çukurlar yapmışlar, düzenli temizleyip toprağı sudan ayırıyorlar. Anlayacağınız 2800 dönümün her metrekaresinde insan emeği, insan aklı var.

Bugün hala 15 milyonluk İstanbul'da son kalan yerler halka değil de holdinglere dağıtılıyorsa, İzmir'de Susuz Dede Parkı'na gidip oturmak ertesi gün 3. sayfaya "Parka giden gencin hazin sonu" haberi olarak çıkma garantiliyse, Ankara'da Gençlik Park'ında tinerciler fink atıyorsa, şapkayı önümüze koyup bir düşünmemiz lazım. Biz mi insanca yaşamayı haketmiyoruz? Yoksa bizi yönetecekleri seçerken insanlığımızı unutup iki parça menfaatin peşine mi düşüyoruz? 

 Diyelim ki yaptık kocaman bir Merkez Parkı, gerçekten medenice gidip tertemiz kullanabilir miyiz ecnebiler gibi? Yoksa her mangalı, rakıyı kapıp gelen kafayı bulana kadar içer, sonra da etrafındakilere laf atıp dalaşırken piknik günü karakolda mı biter? Yeyip içip, çöpümüzü torbaya koyup, çöpe değilse de kenarına bırakacak kadar medeni olabildik mi, yoksa iki parça karnımız doyunca "Amaaann çöpcü toplasın bana ne!" deyip bütün çöpü atıp gider miydik? Bir çuval çekirdeği ailece hunharca tüketip, "kabuk bu kabuk, doğaya zararı yok" deme genişliğinden ne zaman kurtulacağız? "Çöpünüzü neden toplamadınız beyefendi?" desek, kaç araba dayak yeriz acaba? Uyarmayı ve uyarılmayı kabul edebilmeyi ne zaman becerebileceğiz? Kendimize ve ailemize bakmadan, başkalarının namus bekçiliğini yapmaktan ne zaman vazgeçeceğiz? 

Central Park'ı anlatacağız deyip  çıktık yola, neler geldi aklımıza...Bizim de, belediyecilerimizin de kırk fırın ekmek yemesi lazım kanımca. En başında söyledim ya, sonuçta umut etmeden yaşanmıyor. Haydi dostlar, kalın sağlıcakla...

NOTLAR:

Bu yazıyı ilk olarak 01 Kasım 2010'da BURADA yayınladım.

3 yorum:

  1. Her cümlesinde içim biraz daha sızladı, ama yazdıklarının hepsi acı gerçeklerden ibaret. Park deyip de geçmemek lazım, yurtdışında yaşadığım zamanlardan özlemle andığım şeylerin başında o parklar geliyor. Yüzlerce yıl önce medeniyet dersini veren bizler göz göre göre hala geriye gitmeye bayılıyoruz. Senin benim gibi birkaç "kendini bilmez" hayatı yaşanır kılmaya çalışsa da azınlık sesimizi kimselere duyuramıyor, sözümüzü kimseye geçiremiyoruz :(

    YanıtlaSil
  2. Biraz geç gördüm kusura bakmayın, bu blogum için e-posta girmemişim yorumlar birikmiş. Evet parklar çok önemli, büyük şehirlerde her yer zaten taş-beton, ondan çok daha fazl ihtiyaç duyuyoruz böyle güzel yerlere. Canı sıkılan giyip şortunu koşabilmeli, ulen taciz mi edilirim korkusu olmadan... Bu örnekleri arttırmak mümkün, buraya uygun bir anımda bir güzel park yazısı daha yazacağım ;)

    YanıtlaSil
  3. Onun aklımı okuyabilir gibi! Bunu falan kitap yazdı gibi, bu konuda çok bilirler. Seni mesajı evde biraz sürmek için bazı resimler ile yapabileceğinizi düşünüyorum, ama onun yerine bunun, bu büyük blog. Fantastik bir okuma. Ben kesinlikle döneceğim.
    mancing

    YanıtlaSil