20 Kasım 2011 Pazar

Deprem Bölgesindeki 300.000 Çocuğun Yaşamı Risk Altında



DEPREM BÖLGESİNDEKİ
300.000 ÇOCUĞUN YAŞAMI RİSK ALTINDA   
VAN-ERCİŞ BÖLGESİ’NDEKİ ÇOCUKLARIN YAŞAMINI KORUMAK İÇİN
HERKESİ İVEDİLİKLE HAREKETE GEÇMEYE ÇAĞIRIYORUZ.
 Van Erciş bölgesinde 23 Ekim’de meydana gelen 7.2 şiddetindeki depremin yıkımının ardından kış koşulları da bölgede yaşamı zorlaştırmaya devam ediyor. 2309 binanın yıkıldığı, 11847 binanın ağır hasarlı, 17923 binanın orta hasarlı olduğu bölgede süregiden 5 ve üzeri büyüklükteki artçı depremler sebebiyle bölge halkı yaşamını dışarda,  edinebiliyorlarsa çadırlarda yoksa derme çatma barakalarda geçirmeye çalışıyor.  Bir milyonu geçen bölge nüfusuna rağmen devlet tarafından kurulan çadırkent, mevlana kent, konteryner kentlerde barınan nüfusun toplamı yirmi bini geçmiyor.
Kar yağışının başlaması ile barınmaya ilişkin sorunlar had safaya ulaştı. İmkanı bulunanların yanında ve devlet olanakları ile bölgeden hızlı bir göç yaşanıyor. Ancak halen bölgede 600.000’den fazla insanın depremin ve kışın etkilerine maruz kalarak yaşamaya çalıştığı tahmin ediliyor.
Her zaman olduğu gibi bu afette de çocuklar öncelikle ve daha fazla zarar görüyor. Depremin etkilediği bölgede göçün ardından geride kalan 300.000 çocuk bulunduğu tahmin ediliyor. Yoğun kar yağışının başladığı 11 Kasım tarihi ardından -15 dereceleri bulan soğuk hava ile birlikte ilk üç günde 300 çocuğun zature teşhisi ile hastanalerde tedavi altına aldındığı bildiriliyor. Basına yansıyan bu rakamın çok daha ötesinde sayıda çocuğun soğuk kaynaklı hastalıklarla yüzyüze olduğu tahmin ediliyor. Şimdiye kadar resmi rakamlarla Erciş’in Çelebibağ Beldesinde 1 çocuk donarak, önceki gün ise Vanın Karpuzalan köyünde çadırda çıkan yangında 6 ve 12 yaşlarında iki çocuk yaşamını yitirdi, iki çocuk ağır yaralandı. Tedbir alınmadığı taktirde, çocuk ölümlerinin devam etmesinden endişe ediyoruz.
Türkiye 2011 yılında, 20 Kasım Çocuk hakları Günü’nü bu kara tablo ile karşılıyor. Bölgedeki 300.000 çocuğun yaşamı ciddi risk altında. Koordinasyondan uzak, dağınık, işlevsiz, mağduriyeti arttıran çalışmalar ve göstermelik önlemler ile deprem bölgesi dışındaki toplum kesimlerini ikna çabası bir yana bırakılıp durumun ciddiyetinin farkına varılmalıdır. Daha fazla gecikmeden çocukların yaşamını koruyacak etkin önlemler alınmalıdır.
Bu çerçevede:
- Her türlü iç ve dış olanaklar bir ön önce bu amaç doğrultusunda seferber edilmeli, bölge sivil toplumun, ulusal ve uluslararası yardım kurumlarının etkinliklerine açılmalıdır.  
- Yardım dağıtımları düzenli olarak ve çadırkentlerde olmasalar dahi tüm ihtiyaç sahiplerini kapsayacak şekilde yapılmalıdır. İhtiyaç sahibinin yardıma değil yardımın ihtiyaç sahibine ulaştığı bir sisteme geçilmeldiir.
- Devlet bölge halkına tam olarak ulaşamamaktadır. Bölgede sosyal hizmet altyapısı yoktur. Çocukların durumunun tespiti ve yerinde destek verilebilmesi için sosyal hizmet altyapısı hızla kurulmalıdır. Bu hizmetin sağlanması için ulusal ve uluslararası sivil toplumdan gelen destek talepleri hızla değerlendirilmeli ve sonuçlandırılmalıdır.
- Sivil toplum örgütleri için işletilen “akreditasyon” sistemi bölgede çalışma konusunda izin almayı haftalara yayan bir bürokrasiye dönüşmüştür. Akreditasyon ile ilgili kalıcı muattap belirlenmeli ve süreç tüm sivil toplum kuruluşları için açık, adil ve hızlı bir şekilde işletilmelidir.
- Kızılay çadırları yerine biran önce kış koşullarına uygun konteynerler, pünomatik ve/veya prefabrik yapılar kurulmalıdır. Bu yapıların sayıları sembolik olmaktan çıkarılmalıdır.
- Çadırkentte yaşamak yardım almanın şartı olmaktan çıkarılmalıdır. Evlerinin bahçelerinde ya da civarında barınmak zorunda olan ailelere de koşulsuz, yerinde, geçici barınak, gıda ve sağlık desteği verilmelidir.
1995’ten bu yana BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin tarafı olan Türkiye sözleşmenin 6. Maddesinde belirtildiği üzere öncelikle çocukların yaşam hakkını korumakla yükümlüdür.
Bu yükümlülüğün ve bölgedeki durumun gereği tüm kamuoyunu, ulusal ve uluslararası tüm kurum ve kuruluşları İVEDİLİKLE, bölgedeki çocukların yaşamını korumak için harekete geçmeye çağırıyoruz.
Gündem: Çocuk!
Çocuk Haklarını Tanıtma, Yaygınlaştırma, Uygulama ve Uygulamaları İzleme Derneği
Tunalı Hilmi Caddesi No:54/8 Kavaklıdere/ ANKARA * Tel-Faks: 0312 437 76 41
www.gundemcocuk.org * info@gundemcocuk.org
*Gündem: Çocuk!, her çocuğun hak sahibi, eşit, özgür ve onurlu birer birey olarak, barış içerisinde, iyi ve mutlu bir yaşam sürmesi için çocukların yararına bütüncül bir dönüşümü ısrarla savunan bir sivil toplum örgütüdür. Çalışmalarını çocuk hakları alanında yaşanan sorunların temelindeki paradigmanın değişmesi, savunuculuk, ağ çalışmaları ve katılım programları altında, öncelikli çalışma arkadaşları olan çocuklarla birlikte sürdürür.

18 Kasım 2011 Cuma

Uçmak...

Merhaba,
Bugün sosyal medya veya bilgilendirme amaçlı bir yazı yazmayacağım. Bugün yıllardır içimde yanan bir ateş, bir hayal ve bir hayal kırıklığı hakkında yazacağım, uçmak...Bu yazı tahminen okumak istemeyeceğiniz kadar uzun ve kişisel, ondan baştan uyarmak isterim...

Bu şarkı eşliğinde okunabilir diye düşünüyorum...


Ufaklığımdan beri uçmak hep ilgimi çeker. Ne zaman bir kuş, uçak, helikopter görsem kitlenmiş gibi bakakalırım. İlkokul başlarında yaşıtlarım evcilik derdindeyken, öğretmen ne anlatmak istersin dediğinde "Okyanusa uçak düşmüş öğretmenim." dediğimdeki şaşkınlığını hala unutamam...

Babamın tayini Kıbrıs'a çıktığında deniz yoluyla o zaman gitmek çok çileli olduğundan, Lefkoşa'ya uçakla gitmiştik. Sonra da bütün izinlere ve geri Türkiye'ye tayinimiz çıkancaya kadar bütün yolculuklara uçakla gittik, 6 yaşımda başlayan bu sevda hala benimledir. Ne kadar hoşuma giderdi havaalanları, pilotlar, yer ekibinin o koşturmacası, hosteslerin kibar tavırları...

Sonra 9 yaşında Diyarbakır'a tayinimiz çıktı, 1993 yılı terörün ülkemizde en kötü olduğu yıllardı. Lojmanlardaki evimiz en köşe apartmandı ve direkt olarak Jandarma Hava Grup'un helikopter pistine bakardı. O zaman orası o kadar aktif bir pistti ki helikopter faaliyeti neredeyse hiç durmazdı. Sürekli helikopterler kalkar, göreve gider, bir çoğu adam alıp bırakırken delik deşik olur, gelince bantla yamanır, ikmali yapılır geri giderlerdi. Bugün Vietnam filmlerine bakıp helikopter pilotlarına özenen gençlerimiz, ne kadar kahraman pilotlara sahip olduklarını aslında pek bilmezler... 



Bu Hava Grup Komutanlığı'nın arka tarafında ufak bir yüzme havuzu vardır. Diyarbakır'ın kavurucu sıcağında personel aileleri ve çocukları yararlansın diye yapılmıştır. İşte 9-10 yaşlarında bir çocukken ben oraya gittiğimizde havuzdan kaçar, helikopterlerin olduğu hangarlara giderdim. Bir Sikorsky kokpitine oturur, ne kadar çok düğme olduğuna şaşırırdım. Aklımdan "Bu pilotlar çok zeki insanlar olmalı, bu kadar çok düğmenin, kolun arasında bu koca aleti nasıl uçuruyorlar acaba?" diye geçirirdim. Hiç bir düğmeyi kurcalamadığımı bildiklerinden ve babamı da tanıdıklarından teknisyenler bana kızmazdı, belki de içlerinden küçücük aklımda içimdeki bu hevese gülerlerdi. O zamanlarda Black Hawk'lar şimdiki gibi glass cockpit değildi, aynen hayatımın en çok izlediğim ve en beğendiğim filmi olan Black Hawk Down'daki gibi mauel göstergeleri vardı. Bölge çok aktif olduğundan o zamanın Jandarma pilotları oldukça yüksek uçuş becerisine sahipti. Bazen acil yaralı getirenler o kadar hızlı gelir, o kadar hızlı inerlerdi ki yeteneklerini bilmeyen birisi gördüğünde "Allaahh helikopter düşüyor!" derdi. 


Bazen de Hava Lojmanları'na halı saha maçına giderdik. Oradaki halı saha F-16'ın kalkış yaptığı pistin tam yanındaydı. Herkes maç derdindeyken ben adeta gökleri inleterek kalkan F-16'lara bakakalırdım. Sonra İzmir'e tayinimiz çıktı. Tam orta 3'e geçmişken İzmir'e geldik ve sınavlara girip Maltepe Askeri Lisesi'ni kazandım. İlk şoku orada yaşadık, tarihte ilk defa Havacı olacaklar için Lise 3'ün sonuna kadar beklenmedi ve "kura" çekildi. Bir çok arkadaşım gibi ben de karacı olarak kalınca pilotluk hayallerimiz başlamadan bitti mi diye düşünmeye başladık.



Sonra Kara Harp Okulu geldi. Sınıflar 2. sınıfın sonunda açıklanırdı. Yine bir ilk olarak bize "Sizinki 3. sınıfın sonunda açıklanacak!" dendi. Siz istediğiniz 5 sınıfı tercih ediyorsunuz, sonra Kuvvet'te sizin hangi sınıf olacağınızı belirliyorlar. Kara Havacı olabilmek içinse ekstra olarak "Pilot olur" sağlık raporu almanız ve çeşitli sınavlara girmeniz gerekiyor. Ve ben pilotluğa ulaşmakta önümde kalan tek yol olan Kara Havacılık için bütün çabamı gösterdim. Sağlık raporunu aldım, pilot seçme sınavında başarı gösterdim, İngilizcem de iyiydi ve sene sonunda beklediğim şey oldu, artık Kara Havacıydım!


Kara Havacılık'ta iki çeşit pilot yetişir, helikopter ve uçak pilotu. Ben çoğu kişinin tersine helikopter pilotluğunu yani döner kanat kursunu daha çok istiyordum. Sabit kanat kursu nispeten daha kolay bitirilebildiği için kurada herkes sabit çekmek için uğraşırken, biz iki can dost içimizden "Allah'ım ne olur döner kanat olsun!" diye dua ediyorduk. Neticede ikimiz de isteğimize kavuştuk ve dönerkanat çektik. Sonra da hoca kuraları çekildi. Orada da nispeten "iyi" denebilecek hocalara denk geldik. Yani en azından öyle sandık. Kurs başlarında o kadar keyfim yerindeydi ki, hayallerime adım adım yaklaşıyordum. Zaten Harp Okulu yıllarında Youtube'daki bütün helikopter videolarını izlemiş, bir çok havacılık forumuna üye olmuş olduğumdan arkadaşlarım beni pilotluğuma banko gözüyle bakıyordu. Bu arada ben kurada çıkan kağıtları hala cüzdanımda saklarım, şuan pilot olmuş bir çok arkadaşımın bile attığına eminim. 


Kurs devam edebileceğiniz en zor kurslardan bir tanesi hatta birincisidir. Çünkü aynı zamanda hem deliler gibi ders çalışıp, hem de uçuşta başarı göstermeniz gerekir. Bazı sınavların geçiş notu 100'dür, 99 alsanız kurstan ilişiğiniz kesilir. Göstergeler masalara yapıştırıldı, hayali uçuşlar, deli gibi ders çalışmalar eşliğinde günler geçiyordu ki bir terslik oldu. Benim kurada çektiğim hocanın kendisine başka bir kurs çıkınca biz ortada kaldık. Bizi gayri resmi olarak o gün kim boşsa onla uçurmaya başladılar. Şimdi huysuz çocuklar gibi ağlamayacağım, gerçekten pişmiş tavuğun başına gelmeyecek onlarca olay peş peşe yaşandı ve bütün çabalarıma karşın, kesinlikle haksız bir yere kurstan elendim. Hayatım alt üst olmuştu, 10 yaşında Sikorsky koltuklarında hayal kuran o çocuk, hayaline bir adım kala yıkılmıştı. 2007 devresinin Kara Havacılık kursunda başına gelen olaylar tamamen bir tartışma konusudur ve devamında kıtadan adam çağırılması yanlış yapıldığının çok açık bir ispatıdır. Ama burada bu konuların ayrıntısına girmeyeceğim. 


Kara Havacılık'tan elenince istediğiniz sınıfa geçemezsiniz. O iş de kura ile olur ve bana torbanın sonuna denk gelmem(!) nedeniyle 2 Piyade 1 Tank kinder sürprizi içinden Piyade geldi ve hiç istemediğim bir sınıfa yeniden sınıflandırıldım. Herhalde hayatımın en acıklı, en boktan günlerini sorsalar, elendiğim bu günleri seçerdim. Resmen o yaşıma kadar kurduğum hayaller, bir hiç uğruna, tamamen sistemin saçma işleyişi ve adaletsiz tavırları yüzünden bir anda yok olup gitti...En sevdiğim dostlarımın ilk yalnız uçuşlarını yapıp fularlarını taktıkları günlerde, ben valizimi toplayıp, gözlerim yaşlı, Tuzla'daki Piyade Okulu'nun yolunu tuttum. 

Buradan sonrasını uzatmayacağım, yaşadığım haksızlık ve yeni sınıfımı sevmemem yüzünden de ileriki dönemde izinden dönmeyerek mesleği bıraktım. Subayların 15 yıllık mecburi hizmeti doldurmadan istifa hakları yoktur ki burası başlına bir saçmalık, bir adaletsizlik, bir insan hakları ihlalidir. Bu konuda yazdığım iki yazı Cüneyt Özdemir'in Dipnot.tv'sinde uzun süre ayın yazısı olarak kaldı. Okumak isteyenler için Bir Subayın Feryadı ve bu yazının beğenilmesi üzerine içinde bulunduğum ruh halini anlatmamı istedikleri Bir Subayın Ruh Hali yazıları hala sitededir. O zamanki desteği için kendisine teşekkür ederim. Biz bunun haksızlığını devlete kabul ettiremesek de, birilerinin bu işin arkasında durup insanlara "Böyle şeyler de var!" demesi önemliydi!



İşte bugün vizyona girecek Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi gibi Umut Akdaş'ın aşırı acıklı hikayesi de böyle oldu. Ben asla havacılığa küsmedim. Havacılık aşkı çok başka bir şeydir, bunu yaşamayanın anlaması biraz zor. İstanbul yolunda trafik kilitlenmişken Güvercinlik'ten bir AB-206 ile kalkmak, o özgürlük hissi, o heyecan kelimelerle anlatılmaz ki! Ben bu adaletsizlikler yüzünden mesleği bırakırken hayatımın 3 yılını kaybettim, bir sürü saçma sapan kağıt kuydat işi, tazminatı da cabası...Bana bunları yaşatanlara bir çift söz söylemeyi çok isterim! Dünya küçük, kiminle nerede, ne zaman, ne şartlarda karşılacağımız belli olmaz...Tek tesellim gerçekten çok sevdiğim ve bu işi severek yapacağına inandığım bir kaç dostumun hayallerine kavuşabilmiş olması. En azından onlar sayesinde güncel haberleri alabiliyorum, uçmasam da uçmuş kadar oluyorum. Şuanda sivil havacılık kurslarına bakıyorum ama helikopter için ATPL veren bir kurs yok, yurt dışında alsanız da ülkemizde genç helikopter pilotu olarak iş bulmanız, emekli kara havacıların tekelinde olduğu için oldukça zor, hatta imkansız...Tek seçenek havayolu pilotluğu olarak görülüyor...Aslında bu yazıda anlatılacak o kadar çok şey, eleştirilecek o kadar çok konu var ki, hepsini yazsam kitap olur!


Ben küçük Kiwi'nin videosunu ne zaman izlesem hem hüzünlenir, hem de uçma aşkına bir kez daha hayran olurum. Belki benim içimde de bir ufak Kiwi olmasındandır, bilinmez...Bunları neden mi yazdım? Çünkü burası Yasaksız Hava Sahası ve kimse benim hayallerime gem vuramaz! Benim havacılıkla olan ilişkim bitti sanıyorsanız da beni hiç tanımamışsınız demektir... ;)